Çarşamba, Aralık 14, 2005

Aşık İle Maşuk

Aşık ile maşuk bir araya düşmüş, kız görücüde oğlan kapı eşiğinde.
Biz pazardaki meyve ve sebzeler gibiyiz, içimizde "hıyar" da var (ben) "Kiraz"da. Ben hıyar olmayı seviyorum. Dışım bazen eğri büğrü ama tadım güzel, her yemeğin yanında her salatada varım. Kokum parfüm gibi hatta kadınların cilt sorunlarına bile iyi geliyorum.
Umut diye bir arkadaşım var; "karpuz" gibi diyebilirim, yani dışı sert görünen, cüsseli, ağır, ama yuvarlaklığından dolayı bir türlü yerinde duramayan, ama içi göz alıcı renkli, tatlı, yemesine doyum olmaz , hele yokuş aşağı bıraktığınızda biri durdurmadan ya da bir yere toslayıp patlamadıkça duramaz. Onun içindir ki onu "çakır keyf" görmek pek mümkün değil ya cin gibi yada kafa "bimilyon".
Bu "karpuz" bir zaman önce "kelek"ti ya da keleğe gelmişti. Dışından normal gibi görünsede içinde bir olmamışlık, içi geçmişlik vardı. Sonra yeniden bir can suyuyla hayat buldu, olmuş mu diye şapladığımızda tok bir sesle olduğunun sinyallerini verir hale geldi. İçinin şöyle kütür kütür, kıpkırmızı ve bal gibi olduğunu gizlemeye çalıştığı halde karpuz seçmeyi bilenler onun bu değişimini kolayca fark ediyorlardı.

Tanımlardan sonra artık normal hayata dönelim ve konumuzu Aşk'a bağlayalım.
Esas oğlanımızı tanıdık ya "esas kız".
Benim gibi "Acur" formunda bir hıyar için "Çıtır" denecek biri. "Çıtır" aslında fiziğine de çok uyuyor "çıtıpıtı" da diyebiliriz. İlk Görüşte Aşk yaşatacak biri gibi gelmedi bana (ama konu zaten ben değilim). Okumuş, oradan "BU"radan karşımıza çıkmış, mesleği gereği gezentiymiş, acımasız olması gerekiyormuş muş, işinden dolayı biraz da ispiyoncu, nereden mi biliyorum, "karpuz" daha önce o tezgahta satılıyordu.
Ama o çıtıpıtı, çıtır hanım gülle gibi karpuzu almış fındık içine çevirmiş.
Ve en önemli an esas kızımız görücüde.
Umut efendi bizim memleket ağzıyla "kıçında fiy biti" varmış gibi bir oraya bir buraya dolanıp duruyor. Bitmiş bira şişesini habire içip duruyor. Doğum bekleyen babalar gibi elinde sigara bir göz sürekli saatinde ve bizleri sürekli uyarıyor. Aman ha yüklenmeyin "puştluk" yapmayın vs.
Ve en önemli hareketini yaptı, sağ elini uzun deri ceketinin sol göğüs üzerine getirerek kalbinin nasıl çarptığını sembolize etti, o anda ceketinin arkasının "yusuf ve yusuf" durumunda rüzgara karşı duran gizem adamının eteklerinin uçuşması durumunda olduğunu fark etmiyordu.
Sürekli bir pazarlama faaliyetinde "şöyle güzel, böyle tatlı, aman ok şirin daha neler neler.
Karşılaşma karma karışık oldu, karpuz çıtıpıtının adını anarken konuştuğunu sanıyordu ama sesi çıkmıyordu.
Esas kızımız benim "çengelköy hıyarı"m tarafından sorguya alındı , tarlanın neresindendi, nasıl yetişmişti, hangi halden gelmişti, tüh fotoğraf makinesi de yok bu anı ölümsüzleştiremedik (bu benim düşüncem) diye devam ederken çok zorlanmamıza rağmen konuyu nihayete erdirebildik. Yanımızda "nar" da vardı, hani pazardan aldım bir tane eve geldim bin tane var ya ondan. O duruma biraz karpuzun etkisinde kalarak kayıtsız kaldı biraz da ayakları üşüyordu, "kabak" da gelmemişti onu "oysamda dolmamı yapsam acaba" diye düşünüyordu herhalde, gerçi sıcak tutan "yün" file çoraplardan giymişti ama galiba soğuğa fazla kar etmedi.
Hani her yemeğe koyamazsınız, koysanızda göremezsiniz ama yemeğe koyduğunuzda çok güzel kokusu ve tadı olan "dere otu"nda da bahsedecektim ama o akşam bizi ekmişti (çoğunlukla olduğu gibi) galiba bizim bilmediğimiz kendine uygun bir "sebze"nin yanındaydı, ama yakında onunda kokusu çıkar.

Aşık ile Maşuk bir araya gelmiş, onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Öyle değilmi sevgili Um... aaaa Umut yazmışım hep insanlar bazen isimleri yanlış söyleyebiliyorlar değilmi? Serkan'a Berkant Selim'e Melis falan gibi neyse çok takılmamak lazım.

Pazartesi, Ağustos 22, 2005

yAVŞAklar

“Ege’nin Bodrum’u varsa, Marmara’nın Avşa’sı var”
Sıkıntılı bir havada ne olacağını bilmeden gittiğimiz Avşa’da çok eğlendik. Söylemesi ayıp bir de zaten orada yazlığımız var. S.S. dahil bütün kuralları uygulayarak oradaydık.
Hava durumu da İDO deniz otobüsleri gibi bir öyle bir böyle söylüyordu. Aslında Avşa’yı çok anlatmaya gerek yok asıl macera dönüş yolundaki deniz otobüsünde yaşandı.
Anlatayım efendim…
Olaylar saat 18:30 Deniz Otobüsü ile yola çıkmaya karar verip yerlerimiz almamız ile başladı. Efemm bir uygulamaya göre ek seferlere İDO’da yer numarası verilmiyor bu sebepten dolayı daha otobüse binmeden yığılmalar, küçük fordçuluklar, sitemkar kavgalara daha iskelede rastlanıyor. Biz kendimizi zor bela içeri attık tabii herkes gibi bir arada oturabilecek bir yer ararken en önden bir sıra geride bir yer bulup oraya konuşlandık. Bu arada cam kenarı çok önemli bir yer galiba ki her cam kenarı koltuk için taze boka üşüşen sinekler gibi bir mücadele vardı. Otobüsümüz Marmara adasına uğrayıp Yenikapı Bostancı seferini yapıyor ilk durağımız Marmara adası oraya varana kadar gerçekten bir sorun yok her zaman olduğu gibi 30 dk. civarında yanaştık içeriye sanki Türkiye güzeli seçilecekmiş ama hakkı yenip 2. olmuş bir edayla bir hanım ve yanında mahdumları girdi önce önümüzdeki dörtlü koltuğa yerleşmeye çalışıp uyarımızla “dolu olduğu koltuk üzerindeki çantalardan zaten belli” oturmaktan vazgeçti yer bulamayıp baş üstündeki boşluğa oturdu. Sağ koltuğumuzda Marmara Adası’nın yerlisi bir hanım, onun yanında (cam kenarı tek kişilik koltukJ)30 yıldır Avşa İstanbul gidip gelen (sürekli tahminler yapıp bir türlü tutturamayan) sol tarafımızda bir gurbetçi familya arkamızda çok rahat ama sonradan cinnet geçiren bir hanım olarak yola çıktık.
İlk bomba kaptan anonsu “sayın yolcularımız bir teknik arızadan dolayı İstanbul’a bir saat gecikmeli olarak varacağız” bir motorumuz bozulmuş (bu anonsu önceleri yüzümüzü ekşiterek karşıladık ama sonradan motor olacağımızın hiç birimiz farkında değildik)
Sonra biraz açılınca işin rengi belli oldu Avşa lunaparkındaki gondol misali sallanmaya başladık. Önceleri herkes çok eğlendi hooop aaa dalgalara bak arkadan öne seyirten meraklı tazeler vs.
İkinci anons hayatımızın kimin ellerinde olduğunun bir kanıtıydı “sayın yolcularımız hava durumunda endişelenecek bir durum yok yolcularımızın rahat bir seyahat yapmaları gerekebilir” yemin ederim anons aynen bu. Bu arada gemide ilk üç beş telafat gerçekleşmiş minik bayılmalar ortaya çıkmış durumda.
Eğlence devam ediyor ve fakat Marmara Adası’nın korumasından çıkıp açığa geldiğimizde işler değişiyor. Bilen amca (30 yıldır gidip gelen) birazdan rahatlar dedi 10 saniye sonra kıçım koltuktan kalkacak kadar havadayım. Bozmadık.
Önümde çok neşeli bir grup var eğleniyorlar (ama sonradan o ufacık bedeninden altı torba ifrazat çıkarmasına kendisi bile şaşıran Bir Hanım o gruptan) diğer hanım rahatsız olmaya başlayınca (ve bence en akıllı kararı vererek) uykuya daldı. Uyuyan hanımın erkek arkadaşı önceleri çok metanetliydi ama sonradan koltuk kafalıklarıyla aynı renge büründü. En sağlamları altı torba çıkaran hanımın erkek arkadaşıydı valla acayip eğlendi kız arkadaşı Allah’tan uyuyordu yoksa bu haldeyken eğlenmesine acayip içerlerdi. Bu arada bizde ilk firemizi verdik zaten Avşa’da ishal olan hanım mide bulantısını halletti ama ağrılara dayanamayıp ağlamaya başladı. (ve ben kahraman o meşhur kaptandan bir apranax alarak olayı fazla büyümeden kontrol altına aldım. Sonradan önümüzdeki gruba oldukça hoş bir hanım katıldı denizden endişelenmese de etrafta olanlar onu da hayli hırpaladı. Bir ara sigara krizinden dolayı bir mola girişimi yaptıysa da sanırım başarılı olamadı.
Üçüncü anons “sayın yolcularımız yaşlı bir hanım rahatsızlanmıştır doktor veya sağlık görevlisi varsa yardım etsin” geminin durumunu düşünün ey ahali.
Bu hanıma yardım için giderken (gitmeye çalışırken çünkü yürümek mümkün değil) hoş hanımdan “doktor musunuz?” sorusuna “aşk doktoruyum” cevabı dilimin ucuna kadar gelse de ortamın rezilliğinden bu espriyi yapamadım (sonradan düşündüm zaten boktan bir espriymiş)
400 kişilik bir geminin abartısız yarısı içinde ne varsa ortaya çıkardı. Kusmuk torbaları dağıtıldı ortalığı ekşi kesif bir kusmuk kokusu sardı.
Dördüncü anons “sayın yolcularımız Yenikapı’ya on dakika sonra yanaşacağız (saat bu arada 23:15 yani bir saatlik gecikmeden 15 dk sonrası)
Ve kaptanımızın 10 dakikalık tahmini doğru çıktı ve biz 25 dakika sonra yanaştık.
Bu arada bilen ağabeyi atlamayalım saat 22:30 tahmini sıçtı. 10 dakika (ki beş defa falan bunu söyledi) içinde Ambarlı’yı görürüz tahmini sıçtı. 26 kez hava düzelir tahmini yanaşmaya 45 dk kalaya kadar devam etti. 15 Ağustos-15 Eylül arasında bu havaları yaparmış bilen ağabey öyle söyledi ne kadar inanılır bilemem. Aslında bu arıza ve hava biliniyormuş ama zarar etmemek için İDO söylememiş Kalkmadan söylerse inen olurmuş bilen aabi ööle dedi.
Neyse böyle bir yolculuk iki günlük dinlencemizin içine etti. Bence Avşa için giderken araç seçiminize dikkat edin.
Bu yAVŞAklara güven olmuyor.

Pazartesi, Ağustos 01, 2005

Görüşürüz

Allah'ım

Kaderimi çizmeme yardım et,
Bilyorum,

"Hiç bir kötülük cezasız kalmaz"
Bilyorum,
"Kimseye çekemeyeceği dert vermezsin"
Cezamı çekiyorum,
Derdimi yaşıyorum,
Yaptıklarımı affet,
Demişsin ya "önce sen affet, ben affederim"
Önce kendimi affetmeye çalışıyorum...
Gerisine daha sıra gelmedi, belki onları sana havale ederim
Ne dersin?

Bazen kızgınlıkla sana söylüyorum ya o yapmayı düşündüğüm kötü şeyleri bana yaptırma.
Dayanamaz da yaparsam bana kızma.
Yanına gelince hesaplaşırız
Biliyorum az kaldı
Görüşürüz